Ord. Prof Dr. Ebul’ula Mardin Hoca üniversitede derslerine başlamadan önce şöyle derdi:
“Madem cihet-i aşka vakfeyleyemezsin tenin,
Mütevelli kızı sevmek ne vazifendi senin.”
Bir vakfa kendini vakfeylemek de bir kızı sevmek gibidir efendim. Aşk gibidir. Ne kadar sıkıntı, vefasızlık yaşasa da kendini karşılıksız vermektir.
Fatih Sultan Mehmed ise şöyle demiş Fatih külliyesinin inşası sırasında:
“Hüner bir şehir bünyad itmekdür
Reaya kalbin abad itmektür.”
Vakıf işi sevgi işidir, gönül işidir, zor iştir. Gönül insanları, ruh ufku geniş olanlar dolunay gibi insanlar ve ışıktan yürekler becerebilir ancak bu sevgi işini, gönül işini, zor işi…
Büyük dedem Mevlana hazretlerinin dediği gibi: “Ey canımın sahibi Yar! Sen benimle olduktan sonra kaybettiklerimin ne önemi var,” diyenlerin işidir.
“Gene gel! Gene gel! Her ne isen gene gel! Kafirsen, ateşe tapıyorsan, puta tapıyorsan da, gene gel,
Bu bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değil, Yüz kere tövbeni bozmuşsan da gene gel,” diyenlerin işidir efendim.
Hiç düşündük mü acaba bu sevgi işini, gönül işini, zor işi… İlk kez ortaya koyan gönül insanı kimdir? “Ey canımın sahibi Yar! Sen benimle olduktan sonra kaybettiklerimin ne önemi var,” diyen kimdir.
Hz. İbrahim’dir efendim.
İslam öncesi ilk vakıf, Hz İbrahim’in ömrünün son dönemlerini geçirdiği halen kabrinin bulunduğu Filistin’in El-Halil şehrinde kendi adını taşıyan imareti için yaptığı vakıftır. Kabe’yi inşa ettikten sonra Hz. İbrahim Mekke’de bir hayır tesisi kurmuştur. Keza hac yollarını inşa etmesi, zemzem kuyusunu tamir etmesi gibi hizmetlerden başka İslam’dan önce Kureyş’in büyük bir önemle sürdürdüğü hacılara su dağıtma, hacıları doyurma gibi Kabe hizmetleri İslam’dan önceki vakıf uygulamalarının ilk örneği olarak bilinir. Bu tarihlerden itibaren özellikle Mekke’de yönetimi Kureyş kabilesinin ele alması ile farklı gerekçeler olsa da hacılara hayır yapma işi gelenek ve müessese halini almıştır. Yani İslam öncesinde de Araplar Kabe ve Mekke’nin hizmetlerini maddi karşılık beklemeksizin yapmışlardır.
Bizdeki vakıf anlayışını ise, Roma, Fransa, Mısır, Amerika ve Avrupa vakıf anlayışı ile karıştırmamak gerekir. İslam medeniyetinde vakıf müessesi İslam anlayışı içinde doğup gelişmiş, bütün kaide, nizam ve usullerini İslamın temel kaynaklarından almıştır. Kuran’da ki vakıf anlayışının temeli, sadaka, infak ve hayırda yarışmayı teşvik etmiştir.
Osmanlıda vakfı teşvik eden hadisler arasında en çok bilineni ise şuydu: ‘Ademoğlu, vefat edince ameli kesilir, ancak üç hususta müstesna; sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendine dua eden hayırlı evlat.’ Osmanlı devletinde birçok vakfın kurulmasına sebep olan bu hadistir.
Osmanlı devletinde sayıları bilinmeyen binlerce vakıf ve bunların idareleri için sınırları belli bir vakıf sistematiği bulunuyordu. Osmanlı vakıf geleneğini en çok etkileyen iki siyasi oluşum şüphesiz büyük Selçukluların bir uzantısı olan Anadolu Selçukluların vakıf kültürü ve alışkanlıkları ile Memlük Devletinin vakıf hukuk ve idari mekanizması olmuştur.
Bu çerçevede Osmanlı idarecileri ve sultanları kendinden önceki devletlerden aldıkları vakıf kültürlerini korumuş ve geliştirmişlerdir. Bu yolda daha da ileri giderek Osman Bey’den başlayarak devletin ve toplumun en çok ihtiyaç duyduğu camiler, medreseler, tekke ve zaviyelere zengin vakıflar tahsis etmişlerdir. İlerdeki dönemlerde vakıfların çeşitliliği ile birçok alanda değişiklik ve yenilik yapılmış, sadece din alanında hizmet vermekle kalmayarak, ırk ve din ayrımı olmaksızın bütün tebaa ve tacirlerin yararlandığı vakıflar kurulmuştur. Osmanlı devletinde vakıf müessesi ihtiyacı olan her türlü varlığa hizmet eden bir kurum olarak teşkilatlandığından vakfın gereği ile alakalı söylenebilecek en temel söz: insanın fıtratında taşıdığı ‘muhtaca yardım etme’ anlayışı vardır. Osmanlı da güvercinler için bile vakıf kurulmuştur, onlar için kuş hastaneleri yapılmıştır.
Osmanlı devletinin 1918’de fiilen son bulması üzerine Cumhuriyet Türkiyesi’nde de vakıf geleneği devam etmiştir. Bu vakıfların en kıymetlilerinden, en güzellerinden biri de biz Karamanlıların gurur duyacağı ve kucaklayacağı ‘İstanbul Karamanlılar Eğitim ve Kültür Vakfı – İKEV’dir efendim. Hiçbir kar gütmeyen İKEV… hep iyilik hep iyilik düsturuyla vakıf gelirlerinin çoğunu İstanbul’daki bir üniversiteyi kazanan gençlere burs ve kalacak yer sağlamaya harcamaktadır. Karaman’dan İstanbul’a Üniversiteye okumaya gelen gençlere açık bir kapıdır.
İKEV öğrencilik yaşamları boyunca bu gençlere kucak açmaktadır. Karaman’lı hemşerilerimizin İstanbul’a yolu düştüğünde kendilerini evlerinde hissettirecek dostlarının olduğu bir eğitim vakfı olan İKEV’i var edenleri, canla başla çalışanları, başta İKEV başkanı SUAT YILDIRIM beyefendiyi ve yönetim ve çalışma arkadaşlarını, bu güzel vakfa gönül verenleri, el verenleri, Mevlana hazretlerinin 36 torunu, Gönüller Sultanı Muammer Baran’ın oğlu, Karamanlı yazar Hasan Baran olarak gönülden kutluyor ve tüm Karaman adına teşekkürler ediyorum efendim. Böyle hayırlı bir vakfı HEP İYİLİKLE, HEP İYİLİKLE… gönülden, sevgiyle ileriye götürdükleri için sevgi, hürmet ve şükranlarımı sunuyorum.